DÜŞLERİN BİLGELİĞİ

Düşler, hayatımızın renkleriydi; onu her gün yeniden boyardık.

Kimi gün sarıya çalardı sabahlar… Umut gibi, ışık gibi.
Kimi gün maviye bürünürdü akşamüstü; derin, sessiz ve biraz da hüzünlü.
Kimi günse griydi… Ne tam karanlık ne de aydınlık. Bir arada, yarım kalmış gibi.

Ustaca renklerden bir harmoni oluşturuyorduk. Hepsi biz’di; sesimizdi, sözümüzdü, yazgımızdı, geleceğimizdi.
Kurduğumuz, kurmak istediğimiz dünyanın koordinatları bir fırçanın ucundaydı sanki.

Hiç vazgeçmedik çocukluğumuzdan;
Her sabah uyanır, elimize fırçayı alırdık.
Gökyüzünü maviye boyardık mesela, denizi de…

Büyüyünce öğrendik ki bazı gökyüzleri kurşuni olurmuş, bazı denizler bulanık.
Ama biz boyamaya devam ettik — içimizdeki düşlerle, hayallerle, sevdiklerimizle…

Bir öğretmen vardı mahallemizde, duvarları solmuş evini her bahar yeniden boyardı.
İnsanın içi gibi, dışı da taze kalsın,” derdi.

O öğretmen bize düşlerin ne kadar güçlü olduğunu öğretmişti.
Çünkü hayatta bazı şeyler boya gibidir:
Tutunmazsa dökülür.
Ama sevgiyle, emekle sürersen, yıllarca kalır.

Bir öğretmenin düşlerine borçlu olduğumuzu öğrendim.

Bir şair şöyle yazmıştı yüreğiyle:
“Hayatın düşlere borcu var!”
Bu söz üzerine çok düşündük;
düşlerin insan için ne ifade ettiğini, sanatı, şiiri, şarkıları hep bu gözle değerlendirdik.

Düşler olmadan yönümüzü kaybedeceğimiz fikri ağır bastı.
Bir şairden de düşlere borçlu olduğumuzu öğrendik.

Zamanla anladım…

İnsan hayata hangi renkten bakarsa, ömrü o renkten akar.
O rengi bir mendil gibi rüzgâra bırakırız, bakarız gökyüzüne.
Sonra her şey dağılır dört bir tarafa, dört mevsime.

Hayatın karşı yakasına yüzmek için yelkenlere ihtiyacımız vardır.
Ve bu yelken çoğu zaman bir düşten başka bir şey değildir.

Bu yüzden ellerimizi siper edip uzaklara bakıyorduk:
Sonsuz maviye, görünmeyen kıyılara, varılmamış limanlara…

Bir kaptanın seyir defterinde önce renklerin fihristi olmalıydı.
Bir denizciden şarkılar dinledim; ondan düşlere borçlu olduğumuzu öğrendim.

Kimi içini karartır, sonra “dünyaya karanlık” der.
Oysa karanlığı yaratan insanın içindeki umutsuzluktur.
Yaşamı anlamlı ve erdemli kılan, bu tutkudur.

Yarına umut büyütmeyenler, gözlerindeki feri söndürenler değil midir?

Kimi düşlerini yaşatır, sonra dünyayı güzelleştirir.
Dünya için kurduğu düşler, onun yelkenlerine rüzgâr olur, şarkı olur.

Ve çocukların gözlerini daha iyi görürüz; o gözlerdeki
içtenliği, güzelliği, saflığı ve özgürlüğü…

Çocukken düş kurardık, olur olmaz her şey için.
Ve hâlâ o düşleri kurmaya devam ediyoruz.

Gökyüzüne bakıp kuşlarla yarışmayı,
ufacık bir tarlayı cennet gibi görmeyi,
bir çift ayakkabıyla dünyayı dolaşmayı düşlerdik.

Kimse gülmezdi bize.
Belki gülümserlerdi ama içten içe kıskanırlardı o saf hayalleri.

Sonradan büyüdük..
Büyümek dediğimiz şeyin aslında yavaş yavaş düş kaybetmek olduğunu fark ettik.

 

Birer birer düştü düşlerimiz yollara.
Kimi iş telaşına karıştı, kimi borçlara, kimi mecburiyetlere…

Oysa insanın asıl zenginliği düşlerindeydi.
Yastığa başını koyduğunda içinde bir kıpırtı yoksa, sabahı beklemek boşa çabadır.

 

Bir gün kasabanın yaşlılarından biri şöyle dedi bana:
"Evladım, düş kurmayan adamın bilgisi de çorak olur. Çünkü düş, kalbin öğrenme şeklidir."

Ne zaman hayat kararsa, o sözü hatırlarım.
Çünkü en büyük bilgelik, insanın içindeki çocuğu susturmamasıdır.

 

Bak şimdi… Şehirler büyüdü, insanlar küçüldü.
Binalar çoğaldı, ama insanlar azaldı.

Ama hâlâ pencereye sardunya koyan bir kadın varsa,
hâlâ düş kuran bir çocuk yürüyorsa okul yolunda,
bu dünya bitmemiş demektir.

Bir bardak çayın buğusunda, bir kitabın sayfasında, bir türkünün nakaratında bile düşlerin izi vardır.
İnsan, düşlerin çocuğudur.

 

Düş, yalnızca uzak bir hayal değildir.
Bazen bir umut, bazen bir yön, bazen bir duruş biçimidir.

Kimi düş insanı yola çıkarır, kimi ayakta tutar.
Ve bazı düşler vardır ki,
yalnızca sen bilirsin, sen yaşarsın, sen büyütürsün sessizce.

İşte onlar gerçek bilgeliktir.

 

O yüzden…

Ne olursa olsun, fırçanı bırakma.
Hayatı ister bir kalemle, ister bir çocuğun gülüşüyle boya.
Ama boyamaya devam et.

Çünkü düşler solarsa,
hayat siyah beyaz bir filme döner.
Ve o zaman ne renk kalır insanda ne heves…

 

O yüzden derim ki:

Bir çocuğun gözündeki ışığı kaybetme.
Bir sabah erkenden uyan ve içinden gelen ilk düşü sahiplen.

Çünkü insan, düş gördüğü kadar insandır.