ZAMAN GEÇİYOR BİR SAATİN KADRAJINDAN
Kırlangıçlar sığınırken ağaçlara,
Bir süvari ve zaman arasındaki bağın yankısı,
Kulağımızda.
Ta eski zamanlardan, eski anlatılardan.
Bir takvim kadar her şey…
Geçen her senenin ardından ellerimizi siper yaparak arkamıza döneriz, önce “geçen senenin” yakın tarihini, sonra “geçen ömrün” hikâyesine bakarız, hüzünleniriz. Zamanın hızla aktığını belli yaşa gelince daha iyi anlarız. Hatırlarımız birikir, aramızdan göçen dostlarımız, yakınlarımız olur. Mezarlara daha sık gitmeye başlarız. Daha çok yâd ederiz her şeyi. Ayrıldığımız şehirleri, gittiğimiz yolları, yaptığımız hataları, güzellikleri de yanına koyarız. Türküler, şarkılar, hüzünler ağıtlar karışır birbirine. Bütün bunlar sene sonlarında daha çok hatırlanır nedense. Bir takvimin son yapraklarını koparmak elbette insanı düşündürür,
Zaman geçer bir saatin kadrajından…
Günlerin, haftaların, hafta sonlarının, ayların, mevsimlerin toplamından daha fazladır sene.
Özlemlerin yolcusu, düşlerin gölgesi, arzuların şarkısı olan insan, bir yıldızın yeryüzüne düşen ışığına âşıktır. Zaman insan için yaşanmışlıkları içinde bulunduran bir bohça gibidir. Ömür, bütün tutkusuyla, acısıyla tatlısıyla geçer bütün sınırlardan.
Saçlarımızdaki beyazlık artar…
Öte yandan lügatlerde zaman kelimesine geniş anlamlar yüklenir. Zamanın akışı, evrensel bir gerçeklik olarak yaşamımızın temelini oluşturur. An, geçmiş ve gelecek arasında sürekli bir dans içinde, zaman kavramı hayatımızı şekillendirir. Geçmiş, deneyimlerimizin izlerini taşır ve bizi bugünkü benliğimize bağlar. Hatıralar, zamanın bir tür arşivi olarak, geçmişin bize sunduğu öğretileri içinde barındırır.
Zaman ve onun içindeki hayat öğreticidir. Tecrübeler her gün daha çok zenginleşir. Ancak, zamanın en çarpıcı yönlerinden biri de sürekli değişimdir. Gelecek, belirsizlikle dolu bir alan olarak önümüzde uzanır. Planlar yaparız, hedefler koyarız, ancak gelecek, bizi sürükleyen bir nehir gibi belirsizlikle doludur.
Gemimiz gideceği limanın rotasına uymaz…
Rüzgâr eser, estikçe hızlanır ve bir fırtınaya dönüşür. Yağmur yağar, toprak kokar, mevsimler yer değiştirir, insanlar yer değiştirir, şehirler yer değiştirir. Depremler çoğalır, insanlar korkar doğadan, sellerden… Tahrip ettiğimiz her şey karşımıza dikilir ve hesap sorar. Bu kriz, insan/lık krizi olarak nitelendirilebilir.
Her şey çok hızlı değişiyor artık, takvimler bile.
Günümüzde, teknolojinin hızlı ilerleyişi zaman algımızı süratle değiştirdi. Anlık iletişim ve bilgi akışı, zamanın daha hızlı hissedilmesine neden olabilir. İnsan, anın değerini belki de hiç olmadığı kadar şimdi anlamaya başladı. Anda kalmak, artık bir mottodan fazlası. Çünkü geçmiş ve gelecek hem belirsizlik içeriyor, hem de hız her şeyi çok çabuk değiştiriyor.
Zamanın çetelesini tutmak…
Tarih, insanın yazgısı olarak okunacak kocaman bir kitaptır. Bir senenin sonuna gelindiğinde, geçmiş ilgimizi çekmeye devam eder. Elimizi geçmişten çekemeyiz. Çünkü geçmiş bir taraftan bizimle yaşamaya devam eder. Bir gelgit gibi, zamanın içinde yüzeriz. Her şey geçmişten bugüne doğru akar. Geçmişin tortusu, bugünün mayasını oluşturur.
Sonuç olarak, zamanın akışı hayatımızın temel bir unsuru olarak varlığını sürdürüyor. Geçmişin ağırlığı altında şekillenen anlarımız, geleceği inşa etmek için birer fırsattır. Zaman, bizlere sürekli bir öğrenme ve büyüme şansı sunar, bu da hayatın anlamını keşfetmemiz için bir davettir.