Karacadağ Rüzgârı ve Şehrin Üzerini Örten Ezgiler
Sabahtı, erkenden uyandım. Serin bir esinti var pencerede. Karacadağ rüzgârı diyorlar büyükler; sıcak bir ağustosun üzerini örten serin bir yorgan gibi. Güz mevsimi artık uzak değil; pastırma sıcaklarından sonra buralara Karacadağ serinliği çökecek, göçmen kuşlar yola koyulacak, göç yollarından katar katar şiir ve hüzün geçecek. Kalabalıkların arasından gökyüzüne bakıp, bulutları ve kuşları birlikte göreceğiz belki de. Elbette fırsat bulursak; çünkü kalabalıklar birer nehir gibi sizleri sürükler kendi gündemine.
Güne, bazen kendi şarkımızla başlamalıyız, kendi hüznümüzle. Çünkü hayat denilen şey, tek kişilik bir maratonu hatırlatıyor çoğu kez; günün sonunda yalnızsınız. Herkes kendi ömrüne oturur, başkaları zaten “başkaları”dır. Onca sorunun sarmaladığı dünyamızda, konuşmaktan öte bir fiil yok. Suskunluk bile, bazen çokça şeyi anlatabilir. Çay bahçelerinde her akşamüstü her masanın kendince bir suskunluğu, kendince bir gündemi vardır. Bazen her gündem, bir diğerini teğet geçmenin aracıdır.
Bu yoğun karmaşanın içinde, soluklanmanın bir gereksinim olduğu açıktır. Dünyaya bir sabah “merhabası” hiç de fena olmaz bu nedenle. Gözlerime bir şiirden bir kesit ilişti:
Yağmurdan yapılmıştır bazı zamanlar.
Özlersiniz.
Oluk oluk geçen mevsimleri,
Uzun havaları, uzun yolları…
Şimdi kimsesiz bir sokakta yürüyüp,
Yüzüne düşen yağmur damlalarını kelimelere devretmenin zamanıdır.
Geçen Diyarbakır’a gelen Şair Dostum, kelimelerin gücüne hâlâ inanıyor; insanlar arasındaki temel sorunların çözümünde “konuşmanın” adeta bir “anahtar” olduğunu dile getiriyor. Konuşmasında bir büyü var; insanı kuşatıyor. Kelimelerin, hâlâ biricik seçenek olduğunu hatırlatıyor hepimize. Bu şehir; Yılmaz Odabaşı olmadan elbette hep eksik kalır, neredeyse bu şehrin kokusunu, kuşlarını, güvercinlerini, kim/sesiz/liğini, hüznünü onun dizeleriyle tanıdık. Şehre methiyeler dizmek yerine “şehrin kalbinden” konuştu hep. Şiiri de oradan geliyor, bazalt taşların arasından süzülerek birikiyor kirpiklerimizde. Sislerin içinde bir “Hevsel” gizemi, kokusu onca ayrılığın, kederin. Zamanın tuşlarına basarak dökülen kelimelerin büyüsüyle yazarak… Azalan dut ağaçlı bahçelerin hasretiyle… “Hoşça kal” ve “Merhaba” arası bir yolculuk değil mi zaten ömür.
Şiirden/ şehirden devam edelim; hatıralar gelir aklına insanın, şehrin sokaklarında yankılanan çocuk kahkahaları gelir. Bir zamanlar ayak bastığınız kaldırımlar, şimdi belki de kendi tarihiyle yüzleşiyor. Ağaçların altında geçen gölgeli öğleden sonraları, kuş cıvıltıları eşliğinde söylenen türküler, hepsi birer birer kendini yeniden hatırlıyor, hatırlatıyor. İnsan belleği, onu geçmişle şimdiki zaman arasında bir sarkaç gibi hareket ettiriyor. “Kendime” bir gömlek bakmaya gitmeliyim şimdi. Kollarını katlamalıyım eski zamanlardaki gibi. Bu, sıcaktan değilse, “yapacak işlerim var!” demeye geliyor mu hâlâ bilemiyorum.
Eskiden, geceleri yıldızlar daha parlak görünürdü. O zamanlarda dünya bu kadar kirlenmemişti, ovalar alabildiğinde yeşildi, bahçelerde kuş yuvaları vardı. Çoban ateşlerinin közünü görebiliyordu çevredekiler. Kavak ağaçlarının uzun gölgeleri olurdu Dicle boylarında, salkım söğütlerin şarkısı. “Biz büyüdük ve kirlendi Dünya!” … Sabahın kokusunu içime çektiğimde, umutlandım yine de, mutfağa geçip bir kahve hazırladım kendime. Radyoyu açtım, eskiden olduğu gibi, frekansları karıştırdım ve bir türküde durdum. Nostalji ve şimdiki zaman; olsun bir parantez de olsa güzel geldi bu sabah.
İnsan yaşlandıkça geçmişle daha çok söyleşir, derler. Bir dostun gülüşü, sevdiğiniz bir ezginin tanıdık gelen duygusu, içten bir sohbetin bıraktığı o güzel tortu... Hepsi bir araya gelir de kalbinizde bir yerlerde hafif bir iz bırakır; güllerden bir çelenk gibi. Yağmurdan yapılmıştır bazı zamanlar: hatırlarsınız, özlersiniz. Günün takvimine bakırsınız, senelerin geçtiğini not edersiniz.
Bazen düşünürsünüz, acaba başka bir yerde, başka bir zaman diliminde mi yaşadık? Bizim kuşağın aşkları başkaydı, sevdaları, sözleri başkaydı. Toprak yollar ve kırmızı kiremit çatılı okullar arasında gidip geldik. Çocukluğumuz bir ıslık gibi çabuk geçmiş, şimdi daha iyi anlıyor insan. Bambaşka hayatlar mı yaşardık? Ama sonra anlarsınız ki, her anı, her yaşanmışlık, sizi siz yapan küçük parçalardan biridir. Ve her biri, yağmurun toprağa düşen damlaları gibi, hayatınızın dokusunu oluşturmuştur. O nedenledir ki arada sırada geçmişle konuşmak herkese iyi gelecektir.
İşte bu yüzden, her yağmur damlasını ve her anı kucaklamalısınız. Geçmişin izleri, geleceğin umutları ve şimdinin gerçekliği arasında bir köprü kurar. Belki de bu yüzden, yağmurlu günlerde içimizi bir hüzün kaplar ama aynı zamanda bir huzur da buluruz. Çünkü biliriz ki, her damla bir hikâye taşır ve her hikâye bizi biraz daha olgunlaştırır. Yaşamın bu sonsuz döngüsü içinde, her bir anı birer armağan olarak kabul eder ve yüreğimizde saklarız. Bu sabah, belki bir yağmur yağar, ovuştururuz gözlerimizi, demem ondandır.
Yağmurdan yapılmıştır bazı zamanlar.
İnsan, yüreğini yanında taşır bir ömür boyunca. Duraksadığı zamanlarda, yüzü gülümsediğinde, hüzün çöktüğünde gözlerine…
Bütün serüvenlerinin yüklemi, birinci tekil kişinin faili olduğu bir cümledir hayat. Seçtiklerimiz, tercih ettiklerimiz bizi taşır kıyılara veya açık denizlere. Kıyılar ve açık denizler birbirini tamamlar aslında; aralarında kopmaz bir bağ bulunur. Tuzlu deniz suyunun maviliğinde hep sonsuzluk duygusu vardır. İnsan, sonsuzluğu siper etmiştir gözlerine, oralara bakar bütün hayatı boyunca; oralara sığınır.
İşte bu yüzden, her bir adımımızda, her bir nefesimizde o sonsuzluğun izlerini ararız. Hayatın iniş çıkışlarında, dalgalı sularında, bazen kaybolur gibi oluruz ama yine de o mavi ufuklar bize yol gösterir. Anılarımız, umutlarımız ve hayallerimiz, hepsi bu denizin derinliklerinde saklıdır. Kimi zaman bir dalganın üzerinde süzülen bir yaprak gibi hafif ve özgür hissederiz, kimi zaman da fırtınalı bir gecede rotasını kaybetmiş bir gemi gibi çaresiz.
Ama ne olursa olsun, içimizdeki o küçük ışık, o umut kırıntısı bizi ayakta tutar. Sevdiklerimizle paylaştığımız anlar, kahkahalar, gözyaşları, hepsi bu büyük resmin birer parçasıdır. Her yeni gün, yeni bir maceranın başlangıcıdır ve biz, kendi hikâyemizin kahramanı olarak, cesurca yola çıkarız. Çünkü biliriz ki, hayat ne kadar zor olursa olsun, içimizde taşıdığımız o sevgi, o inanç, o umut bizi her zaman doğru yola götürecektir.
Ve böylece, her gün, her an, o mavi ufuklara bakarak, yeni bir güne "merhaba" deriz, bu sabah öyle yaptım. Avcumdaki kahve fincanını masama bıraktım. Dışarı çıkıp, parkta uzunca yürüdüm; belki de Şair Dostumun şehre, ağaç gövdelerine iliştirdiği kelimeleri bulmak için…