BİR RENGİ OLSUN UZAKLIĞİN DA YAKINLIĞIN DA 

BİR RENGİ OLSUN UZAKLIĞİN DA YAKINLIĞIN DA 

Edebiyat, düşünce ve duygu dünyamızın sanatsal dallarından biri olarak, gücünü sözden alıyor. Şiir, edebiyatın  başka bir dili, insanın kelimeleri damıtmasından meydana geliyor.
Bulut, yağmur, deniz, sevda, hüzün, aşk, ayrılık hepsi şiirle akraba. Şiir hem kadim, hem de güçlü bir ifade zenginliğine sahip.

Değerli arkadaşım yazar Kevser İPEK DEMİRTAŞ şiirlerimden yola çıkarak "Bir Rengi Olsun Uzaklığın da Yakınlığın da" başlığıyla bir deneme kaleme almış. 

Şiir üzerine genel olarak literatür zenginliği olan
yazar, şiirin duygusu ve hayata etkisi üzerine düşüncelerini paylaşmış. Kendisine teşekkür ederim. Sözü kendisine bırakalım.

Şiiri bilmeyen insan yoktur aslında şiirle buluşmayan insan vardır.Buluşabilmek de bir nasip. Şiirler şairlerin sırrıdır sual edilmez, sual edene de cevap verilmez çünkü şiir zaten onu anlamaya yetecek olan duyguları deneyimletiyor , herhangi bir açıklama gerektirmiyor.  Biz de ancak bizde oluşan duygularımızı yazabiliriz böylelikle.

Birr kaç şiir okuyalım şimdi, bir buluta uzun uzun bakalım, geçelim ötesine, sınırların ötesine, ırmakların ötesine, kendimizin ötesine, tutkunun bir rengi olsun, uzaklığın da, yakının da bir rengi olsun,  Ne çok aradık, ne çok bulamadık birbirimizi, Asıl şimdi başlıyor saatlerden, sözcüklerden suskunluklardan ; bir sürü şimdi, bir sürü yarin , bir sürü sonra...
 İnsan bir şiiri sevdi mi dizelerine kadar soluğunu ekliyor, şiir sanki ona ait oluyor o da şiire...

 Duygular, anılar, ahenk, dizeler,  güzellik, imgeler, melodiler, coşku, en çok hüzün, umut, düşler, metaforlar,  ifade , ritim seremonisi eşliğinde mühim tahtına taşınıyor kitap...
Kuşların diline, çiçeklerin, özlemlerin, eylullerin, gurbetin, büyük göçlerin, zamanın ve ateşi sönmeyen zamansizliğa , ruhumuzun derinliklerine uzanıyor... Duyguların üstü örtülü sunumu öyle güzel ki, incecik bir tülün ardindaymişcasına, ardındaki anlamları hissetmeyi seviyor insan, o anlamların ötesindeki derinliği, kocaman yazılmış satırlar yerine, satır aralarına gizlenmiş duyguları keşfetmeyi seviyor. Kör kuyulardan sonra yankı magaralarina yöneltiyor...Bazen şiirinde kendine ayrılan yeri başka bir şaire birakarak "Bir şair konuşsun benim yerime" , bildiği şairin şiirine uğurluyor insanı...bazen de "biz susalim bir bilge konuşsun" deyip dudakların bitiremediği cümleleri hüzunle gözlerini kapatıp tamamlamak  istiyor. Kapalı bir gökten boşalıyor sanki hüzün şiirleri,   sonra sesinin yanına sesimizi koyuyor, sessiz bir soluk gibi sızıyor bütün duygularımıza...Aşkı bilmeyenlere aşkın tarifini yaptıran  dizelerle " ufukta kaybolanlarin şarkısı" nı soylüyor "Telleri  kopmuş bir cura" yla, "üstü 're' altı 'la' dediginde,  kopan telin 'Sol' olduğunu anlayoruz ...Ayriligin acısını bir kağıt kesiği gibi atıyor kalbimize ...

Enfes imgelerle şiirlerini inşa ediyor, 
Yalnızlığı, "köz ve kül" ünü "Rüzgara koşan bir tay gibi" büyütür.."vedalar uzun sürer/ kül soğumaz/ köz hep rüzgar alır" 
"Sen yakamoz ben akşam/ külle gül gibi olmuşuz/ sis kaplayan kirpiklerimizde / sen yakamoz ben akşam/ tılsımı bozulmamış o masalda/ kirpiklerinde Zin' i bulsam/ sesini alıp gitsem / Kaf dağının ardına/ Ahhh mızrabi kırık zaman/ sen yakamoz , ben akşam.."  

Taş, köz, kül, gül arasında uyuyan ömrüyle Nuh'un gemisinde sanki... Dizelerini, suyla, yağmurla, denizle  Tufana dönüştürebiliyor.
Yanlış bir şehre demirleri atan denizleri bile düzeltmek istercesine, sözcükleri ve havasıyla bazen acıları emziriyor,  bazen de umudu... Kendi içinde kavrulup duran şiirlerine rağmen yine de umudu ve aşkı çağırıyor... Mutluluk neresi? diyerek aranacagi anı bekleyen adres gibi, mutluluğun yerini tarif ediyor. "Yağmuru bekleyen Nuh tufanında"  " Kirpiklerinde yağan yağmur/ su ve ses düeti"...

Ve bir sonbahar yağmuru getiriyor bize,  "şehirde bir gök yüzün olsun" der hüznünu gökyüzüne döker,  Turunç zamanlarda Turaç göçleri anlatarak...
Yaz sıcağında çeşmeler çizerek yüreğini serinletmeye çalışır, kendisini yakan hüzün ve vedalara...
Hayatı bir pencere olarak görüp, kelimeleri , ipince yol türkülerini, hüznü, ayrılık defterinden arzu halini, bir şehri, kahve faslını hepsini toplayıp bir zarfa koyup, pulunu buluttan alıp sabahın mahmurluguyla sevdiğine yollaması da,  Leyla'sına mektubu ulaşsın diye 25 kuruşluk posta pulu için hamallık yapan Ahmet Arif'in hakkı olan sevilmeyi ona da teslim etmek getiriyor  insanın aklına. "Dönmeli eski evlere/ avlularinda oturmalı/ bir kahve cezvesiyle/ meşe közü başında/bir mektup okumalı/ pul pul ayrılık...  " Saçları geceyle karışık/ masal ve kakul bahçeleri/ bir Leyla sulieti /Arif gibi kardeşçe"...
"Edebiyat Cumhuriyeti" şiiriyle aşkın ülkesini kuruyor düşünde...

Bundan  gayrı, zaman hep kül olsun,/ enkaz altında /ben nice acılardan geçtim, /aglayamadim bile " 
diyerek sıra dağlar gibi hüznünü , ağlamadan yüreğindeki közü olduğu gibi yüreğimize bırakıp ağlatır...
Üşümüş ellerin, buğuluydu gözlerin, /küstüm kendime/ yetmezliğime, /bir şehrin gözyaşı gibi akıyorsun yüreğime /
Öleydim loyyy/
dediğinde de insanın toprağa yâr olası gelir..

Bir şiirin noktasız son dizesine depremden kopmuş bir saç bağını yerleştirirek,
"Kül ve kar arasında/ Bir kadın saçları kapı aralığında/ Herşey yarım kaldı/ Zaman durdu/yaşlı bir adam yeleginin cebinde/elveda demeden/arkasına bakmadan / hickimsenin 
Kimsesiz kaldığını yazar şiirinde...
"Hangi avluda büyür köz, /ellerini ısıtan çocuklar" dizesiyle...
Ellerimizi de yüzümüze yuva yapıyor onlarla biz de ısınalım diye....

Kerpiç evlerinin hüznü, çocuk hıçkırıkları, nar bahçeleri, sessiz avlulari, büyük göçleri, mezarlıkları yüreğine yük eyler ... Bunları şiirlere misafir edip şarkılar gibi okutur,  evimizin yolunu unutturur bize... özlemek duyguların en musumudur onda, küle dönüşür ve yeniden tutuşturur yüreğiyle dizelerini, bu ateşle beslenir, sadelik, derinlik ve zenginlikle şiirlerin yüzünü güldürür bizi de sevincten ağlatır. Yalnız değilsiniz der gibi, biz okurların yüreğine sızar... şiirle buluşmayan insanları böylelikle şiirlerine zarif bir şekilde davet eder...