Depremin Arkeolojisi 

 

Hayat, sürekli test edilen bir yol, bir dizi kırılma noktalarından oluşan bir tarih şeridi. Şubat depremi, yalnızca yer kabuğunu etkilemedi, şehirleri yıktı, hayatları aldı, hatıraları dağıttı. Anadolu'daki göçlerin en büyüklerinden birini tetikledi .Şehirler boşaldı, herkes hikâyesini sırtına yükleyip gitti..
Herkes geride şarkılarını bıraktı.
Uzunca yaşadığı evlerinden ayrıldı.
Yıkılan evlerin kokusu kaldı.
Bir kıştan geriye yıkılmış bir Şubat kaldı.
Herkes büyük hasar aldı özetle.

Şehir sosyolojisinde, darmadağın bir fotoğraf var elimizde. Elimizde bizim hikayemiz. Kaybedilmiş dostların sancısı, "eskisi gibi olmayacak" olan şehrin silüeti. Öyleki şehir 
tanınmaz halde, bu trajedinin farkındalık her geçen gün daha büyüyor, alışanlar için azalıyor.
Doğanın, atmosferin rengi değişti çoktandır.
İnsanlar, hâlâ bir bilinmezin kıyısında. Uzaklara bakarak bir geminin limana yanaşmasını bekliyor. Şubat depreminden bu yana, sular bulanık akıyor, insanların bakışlarındaki buğuyla aynı. 

Bir yabancılaşma var, hayatın her alanında.Bir arkadaşım, en büyük trajedinin " insanların birbirlerine karşı kayıtsızlığı" olduğunu söylüyor bana. Küllenmiş o kadar şey var ki... 

Arkadaşlıklar, dostluklar  bu dönemde yeniden tanımlanmış oldu. İnsanların yüzlerindeki toz, toprak, acı, keder, sosyolojik bir depremin de ipuçlarını veriyor bize. Kırgınlıklar, ayrılıklar, göçler, yaslar, devasa yeni bir tarih dokusu artık. Ağır hasar almış bir hayat içinde, yeniden, yeni şeyler söylemek lazım... 

Umut, bu trajedinin üstesinden gelmek için elimizdeki en güçlü enstrüman. Şimdi, depremi unutmadan; şehirleri yeniden imar etmenin döngüsü içinde yol almak gerekir. 

Şehirler canlıdır, bellekleri, ruhları, sevdaları vardır. Bunu gözardı etmeden  inşa etmek gerekir şehri. Eski çarşılarını, baharat kokan sokaklarını, bakır ustalarının çekiç seslerini, tatlıcılarını, şire pazarını...

Her şey için yeniden düşünmek için şehrin kalbini dinleme zamanı...

Ders almak, hayat okulunda bir fasıl yalnızca.