Şehir ve Ceket

Şehir ve Ceket

 

Kumaş ve desen,

Pamuktan ve ketenden,

Bir şehir dik bana.

Sokakları gül ve lavanta kokan,

Bizim bahçelerden yediveren.

Caddeleri taştan,

Evleri büyük avlulardan,

Bir terzi inceliği ile hayata bakan.

Üç Yalnızlık’tan…

 

Şehirlerin büyülü kimlikleri, karakterleri vardır çarşıları kadar engin ve renkli. Kederli, kasvetli, gülümsemeli yüzleri vardır ve insanın üstüne içine siner siluetleri. Şehir, üstümüze giydiğimiz ceket gibidir, oturur ve kendi imgesiyle bizi yansıtır, bizi söyler, bizi gösterir. Şehrin kokusu, duygusu, künyesi, hafızası cebinizdedir, ceketinizin cebindeki işlemeli mendil gibi. Katlar katlar, hatırlarsınız geçmişinizi.

 

Mekânların dili ve melodisi şarkılarınıza da sirayet eder. Ceketinizin cebindeki kimliğiniz şehirden bağımsız değildir, yürüdüğünüz yollar, gittiğiniz işyerleri, kitapevleri sinemalar… Hepsi sizinledir. Öyle bir bağ ki bu, bir yerli olmak, oranın her şeyini bilmeyi gerektirir. Bilmezseniz de öğreniriz. Mecburi bir müfredattır bu, kaçış yok yani. Üstelik ayıp sayılır bilmemek. Öğrenirsiniz, bilirsiniz.

 

İnsanın coğrafya ile kurduğu bu ilişki, onu biçimlendirir. Aksanı, bakış açısı, giyimi, bundan bağımsız değildir. Örneğin bir dönem bir şehrin kapalı çarşısına, takım elbise ve kravatla girilirmiş. Bunun dışındaki girişlere izin verilmezmiş. Şehrin beyfendileri, bunu sıkça hatırlatırlar. O günleri özlemle hatırlatırlar. Öyle ki hâlâ ceketsiz dışarı çıkmazlar.

 

Gitmek, şehrin tren garlarından biriktirdiğiniz sohbetlerinizdir. Yalnızlığınızdır, dostluklarınızdır. Şehrin avazı, aksanı, tren sesleridir. Şehrin tabelalarıdır girişlerindeki merhaba ve hoşça kal’lardır. Ceketinizi alıp gittiğinizde şehir de sizinle gelir. Gözlerinizdeki ferle kardeştir. Gidemediğiniz limanlarınızdır, binemediğiniz atlarınızdır. Şiirden şehre bir yoldur yalnızlık… O, büyütür sizleri, ceketinizin düğmelerini diken terzi, hâlâ o çarşıdadır, gözlükçünüz, baharatçınız, berberiniz. Turuncu havlu ve makasınız.

Sözü cekete getirmeden olmaz, işte kendini bir dost meclisinde gösteren türkü tam da şehrin kokusunu hatırlatır.

 

Bir ceket isterem kolu dar ola
Bir çubuğu yeşil biri al ola
Kadir Mevlam senden bir yar isterem
Ölene dek o yar bana yar ola

Aslında ölene kadar bizlere yar olan şehirlerdir. Kadim şehirlerin büyüleri vardır. Kuşatıcı ve bilgedirler.

Yalnızlık da şehirlerin modern zamanlarda daha belirgin hale geliyor. “Yalnızlıklar” şiirinde şairin göçebe uzaklıklara vurgusu kaçamadığı şehirlerin tortusu gibidir. Atalar zamanından kalma bir dildir, hanların taşlarına işlenmiş büyü…

Yalnızlık, kendimizi alıp kaçtığımız
dilsiz bir attır; yelesi bakışlarımızda
savrulur hep, nal sesleri duruşumuzda.
Bu yüzden uzaklar,
atların topuklarında zonklar,
biz uzaklarda.
Zaten yalnızlık bir uzaktır yakınımızda.

Yine de nereye giderseniz gidin, şehirler bir ceket gibi sizi kuşatır, iliklediğinizde düğmelerini, yalnızlık ve hasret kaplar gözlerinizi.